Uyandık, ailece kahvaltımızı yaptık, hava acaip güneşli, babam kuşlar ötsün diye kuş sesleri çıkartıyor, kuşlar cevap veriyor. Adadayız.
"Adadayız" denince aile olarak tek bir ada düşünürüz: Paşalimanı Adası. Tebrik ederim, bu adayı duyan sayılı elit insan arasına girdiniz. Ada Marmara Denizi'nin güneyinde, Erdek, Avşa ve Marmara Adası'nın ortasında kalıyor. Zamanında dedem adaya yazlık yapmış. Gerçi ailece yapmışlar demek lazım. Babam 15 yaşında falanmış, taş, kum taşımak, duvar örmek gibi her tür amelelik işlerini yapmışlar. Halam, amcam, babam ve köyden gelen ustalar. Dedem sert adam, yiyorsa yapmasınlar.
Ev denizden 20 metre kadar yüksekte, sahilden 50 metre yürüme mesafesinde yapılmış. Sahil dediğim de; kayıkhane, iskele ve iskelenin sağ tarafından denize girdiğimiz, biraz çakıl biraz kumdan oluşan "Atakanı Plajı"ndan ibaret. Ev ise iki dönümlük eğimli bir arsanın ortasındaki 3 katlı geniş yapı. Çatısı üçgen ve kırmızı. Çocukların kolay çizebileceği tipte yani. Evin tasarımını babamla babaannem yapmış. Bu yüzden olsa gerek ki evin üçte biri mutfak, epeyce büyük de bir balkon var.
İşte bu balkondayız, 15 yaşında falanım. Dedem de balkondaki sandalyesine oturmuş, evlatları ve torunlarıyla çok mutlu. Her gün olan mücadele başlıyor, Melis babamlar kahve içmeden denize gitmek istiyor, bizimkiler de kahvaltı sonrası manzarayla kahvenin peşinde. Piyango yine bana çıkıyor ve Melis'le denize gitme görevi benim. Yuppi.
Alt katta Melis'le eşyaları toparlıyoruz, aşağıya iniyoruz, denize. Çok geçmeden de babamla annem geliyor. Deniz muhabbeti...
Bir süre sonra evden bağırışma sesi geliyor. Önce anlamıyorum, sonra babamın koşmaya başlamasıyla ses de netleşiyor. "Can koş!" diyor babaannem, "babana bir şey oldu." Eve koşuyorum, babam o kadar kötü durumda ki anlam veremiyorum, "gitti dağ gibi adam" diyor, dedeme bakıyor, "baba nolur bir şey söyle diyor." Elinde telefon bir yerleri aramaya çalışıyor. Dedemin yüzünde ifade yok, uyuşturulmuş gibi. Telefon çekmiyor, babam mantıklı karar verebilecek durumda değil, babamı ilk defa bu halde görüyorum. Hala neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sonra biri köye koş jandarmayı çağır diyor. Çıkıp koşmaya başlıyorum.
Evden köye olan mesafe yaklaşık bir buçuk kilometre. Bütün gücümle koşuyorum, ayağımda terlikler var, kafamda sorular. Yolun ne kadar sürdüğü hakkında hiçbir fikrim yok. Jandarmaya giriyorum, yardım istiyorum. Sonrası biraz kopuk, eve geliyorum, askerler dedemi taşıyor. Babam, babaannem gidiyor. Beklemek kalıyor.
Dedem 50 yaşlarında felç geçirmiş. Sebebi, iş yerindeki bir cihaza zarar gelmesin diye anlık aşırı efor sarf etmesi. Gazeteciydi dedem, ünvanını hatırlamıyorum ama gazete sahibinden daha çok sözü geçen bir adam olduğunu, gazete çıkmadan önce bütün sayfalarının bütün satırlarının bütün kelimelerini okuduğunu, Türkiye'de toplamda 3 kişiye verilen altın gazeteci kartına sahip olduğunu biliyorum. Sırf ben sevdiğim için 75 yaşında, ben 10 yaşındayken bu kartla Efes antremanına girip Mirsad Türkcan'la el sıkıştığımızı hatırlıyorum. İstediğim her yere girerim demişti bana. ÇOK büyük adamdı dedem.
Bahsettiğim felç beyninde hasar bırakmış. Beyninde biriken su da o günkü olaya sebep olmuş. Bundan birkaç sene sonra beynindeki sorundan dolayı 8 Haziran'da dedemi kaybettik. ÖSS'ye girdiğim sene.
Gece rüyamda dedemi gördüm, rahatsızdı, köyden eve kadar sırtımda taşıdım. Yolda durduk, dinlendik, "iyi misin dede" dedim, "şimdi iyiyim oğlum" dedi. Şu an burada benimle birlikte olması için hayatım boyunca sırtımda taşıyabilirdim. Dedem çok büyük adamdı...
Babalar gününüz kutlu olsun.